Betondan Yeşile: Mimarlığın Yüzü
İklim değişikliği, doğal kaynakların tükenmesi ve kentleşmenin hızla artması, günümüz mimarlığını kökten etkileyen küresel meseleler arasında yer alıyor. Bu bağlamda sürdürülebilir mimarlık kavramı, yalnızca bir tasarım yaklaşımı değil; aynı zamanda çevresel, sosyal ve ekonomik sorumlulukları da içinde barındıran bütüncül bir anlayış olarak öne çıkıyor.
Biz de bu alandaki güncel yaklaşımları ve karşılaşılan zorlukları ele almak üzere, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ehsan Reza ile kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Yöresel mimarinin sürdürülebilirlik ile ilişkisi, halkın rolü, mimarların karşılaştığı engeller ve geleceğin tasarım ilkeleri üzerine fikirlerini paylaşan Reza, toplumun eğitimi, doğal kaynakların değerinin anlaşılması ve bu kaynakların verimli kullanımının sağlanmasının öneminin altını çizdi. Gerçekten sürdürülebilir bir yapının, yalnızca verimli değil, aynı zamanda uyumlu, kapsayıcı ve zaman içinde dirençli olması gereğine vurgu yapan Reza, UKÜ’de bu alanda verdikleri eğitimi ve geliştirdikleri projeleri aktardı.

1. Sürdürülebilir mimarlık kavramını okuyucularımıza açıklar mısınız?
Aslında bu, günümüzde en hassas anahtar kelimelerden biri haline geldi. Sürdürülebilir mimarlık kavramına “ne zaman ortaya çıktı” sorusuyla başlamak gerekir. Sürdürülebilir mimarlık, 20. yüzyılın ikinci yarısında çevresel krizlere ve kaynakların sınırlı olduğuna dair artan farkındalığa yanıt olarak önem kazanan bir kavramdır. 1970'lerin enerji krizlerinden çıkarılan derslerle, yeşil mimarlık ve iklime duyarlı tasarım hareketlerinden ilham alarak ortaya çıkmıştır.
Bu kavram, doğal kaynakların akıllıca kullanımı, enerji verimliliği ve çevre dostu malzemelere odaklanırken aynı zamanda kullanıcıların sağlığı ve konforunu da ön planda tutar. Ayrıca sürdürülebilirliğin sosyal ve ekonomik boyutlarını da içeren, hem kullanıcılar hem de gezegen için uzun vadeli değer ve adalet sağlamayı amaçlayan bir anlayıştır.
İklim değişikliği ve çevresel etkenler göz önünde bulundurulduğunda, sürdürülebilirlik kavramı diğer birçok alanda olduğu gibi mimarlıkta da önemli bir fikir olarak öne çıkmıştır.
2. Yöresel mimari, sürdürülebilirlik açısından hangi avantajları sunuyor?
Bernard Rudofsky gibi öncüler tarafından “mimarisi olmayan mimarlık” olarak tanımlanan yöresel mimari, belirli bir stile ya da trende bağlı değildir. “Halk için halkın mimarisi” olarak da ifade edebiliriz. Bu mimari anlayış, çevrenin kurallarına uyar. Yani, yerel halk o bölgedeki mevcut malzemeleri ve teknikleri kullanarak yapılarını inşa eder. Daha çok teknikler ve yöntemlerden oluşur diyebiliriz.
Amos Rapoport gibi bu alandaki diğer öncülere göre de yöresel mimarinin belirgin bir tarzı yoktur. Bu mimarinin kökleri yeşil mimariye dayanır. Yeşil mimari, doğal kaynakların doğru kullanımını ifade eder. Günümüzde doğal kaynakların tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz düşünüldüğünde, yöresel mimari ve sürdürülebilirlik arasında güçlü bir bağ olduğunu söyleyebiliriz. Yöresel mimaride sürdürülebilirlik bilinçsiz şekilde gerçekleşir.
Yöresel mimari, iklim, güneş ışığı ve yerel kültür gibi çevresel faktörlere göre kendiliğinden şekillenir. Çevresinden ayrışmak yerine onunla bütünleşir. Bu uyum, yerel malzemelerin ve geleneksel bilginin kullanılması sayesinde çevresel etkiyi azaltır ve yerel ekonomiyi destekler. Marcel Vellinga ve Amos Rapoport gibi akademisyenlerin vurguladığı gibi, bu bağlam odaklılık, yöresel mimariyi doğal olarak sürdürülebilir kılar ve modern tasarımlar için zengin bir ilham kaynağıdır.
3. Bir mimar olarak, çevreye duyarlı, enerji tasarruflu ve sağlıklı konutlar tasarlamanın en büyük zorlukları nelerdir?
Günümüzde sürdürülebilir konutlar tasarlamak; birbiriyle bağlantılı ve karmaşık pek çok zorluğu barındırıyor.
İlk olarak, kültürel çeşitlilik ve değişen sosyal ihtiyaçlar. Eskiden toplumlar kültürel olarak daha homojendi ve mekânsal ihtiyaçlar netti. Ancak günümüzde toplumlar çok daha çeşitlendi ve küreselleşti. Örneğin Kuzey Kıbrıs’ta yaşıyoruz ve burada büyük bir göç dalgası var. Komşularınız farklı ülkelerden, farklı kültürlerden geliyor. Bu da ihtiyaçların değişkenlik göstermesine neden oluyor. Oysa yöresel mimari, belirli bir yerleşim yerinde, aynı kültürü paylaşan insanlar arasında gelişmişti.
İkinci olarak, sınırlı doğal kaynaklar. Geleneksel mimaride bol bulunan yerel malzemeler kullanılırdı. Ancak günümüzde doğal kaynaklar tükenmekte ve baskı altında. Bu nedenle, mimarlar artık geri dönüştürülebilir ya da yenilenebilir malzemeleri çevresel dengeyi bozmadan kullanmanın yollarını bulmak zorunda.
Üçüncüsü, geleneksel fikirleri modern standartlara uyarlamak. Yöresel mimari ilkelerini modern bina yönetmeliklerine – özellikle de yapısal güvenlik, deprem dayanımı ve yüksek yoğunluklu şehirleşme gibi konularda – uyarlamak ciddi bir zorluk. Örneğin, Kıbrıs’ta geleneksel binalarda kullanılan sarı taşları bugün yapısal bir unsur olarak kullanmak istesek, bunu belirli tekniklerle yapmak zorundayız.
Dördüncüsü, arsa sıkıntısı ve kent yoğunluğu. Eskiden daha fazla açık alan vardı. Bugün ise özellikle şehirlerde, arsa kıt ve pahalı. Sürdürülebilirlik hedeflerini yüksek yoğunluklu, dikey yapılar içinde gerçekleştirmek gerekiyor.
Son olarak, mali kısıtlamalar ve yasal engeller. Doğal malzemeler genellikle daha pahalı. Örneğin, doğal ahşap yerine daha ucuz olan laminant ahşap kullanılıyor. Ayrıca bazı yönetmelikler ya da yatırımcıların direnci yenilikleri yavaşlatabiliyor.
Sürdürülebilir mimarlık sadece teknolojiyle ilgili değil, aynı zamanda çevre, ekonomi, kültür ve toplum arasında denge kurmayı gerektiriyor.

4. Bir mimari projede sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmak için halkın da dikkat etmesi gereken noktalar nelerdir?
Bir yandan mimarın sorumluluklarından, diğer yandan toplumun sorumluluklarından söz etmeliyiz. Toplumun eğitimi, doğal kaynakların değerinin anlaşılması ve bu kaynakların verimli kullanımının sağlanması çok önemlidir. Kamu farkındalığı ve kullanıcı davranışları, sürdürülebilir binaların başarısı için belirleyicidir.
Halkın enerji tasarruflu alışkanlıklar edinmesi – örneğin cihazları bilinçli kullanmak, suyu israf etmemek, geri dönüşüme katkı sağlamak gibi – çok önemlidir. En gelişmiş yeşil bina bile, eğer doğru kullanılmazsa başarısız olabilir.
5. Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilir kalkınma hedefleri mimarlık alanında nasıl uygulanabilir? Özellikle konut projelerinde neler değişmeli?
Birleşmiş Milletler’in 2015 yılında kabul ettiği Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, yoksulluğu sona erdirmek, gezegeni korumak ve herkes için refah sağlamak amacıyla oluşturulmuştur. Bu 17 hedeften özellikle bazıları mimarlık için çok önemlidir. Hedef 3: Sağlık ve iyi yaşam, Hedef 6: Temiz su ve sanitasyon, Hedef 7: Uygun fiyatlı ve temiz enerji, Hedef 13: İklim eylemi, Hedef 14 ve 15: Suyun ve karasal yaşamın korunması.
Bu hedefler, daha sağlıklı, sürdürülebilir ve dayanıklı yaşam alanları yaratma yolunda mimarlık uygulamalarını şekillendirebilir. Ancak dünya çok hızlı değişiyor; politik etkiler, teknolojik gelişmeler nedeniyle bu hedeflerin 2030'dan önce güncellenmesi gerektiğine inanıyorum.
Örneğin, Kıbrıs’ta güneş enerjisi (PV paneller) yeterince verimli kullanılmıyor. Sadece bazı özel yerlerde – örneğin kampüsümüzde – sürdürülebilirliğin doğru uygulandığını görebiliyoruz. Akademik ortamda bu bilinci artırmaya çalışıyoruz. Öğrencileri sürdürülebilirlik temalı projelere ve tezlere yönlendiriyoruz. Örneğin şu anda İskele bölgesindeki toplu konutlar üzerine çalışan doktora öğrencilerim var. Bu projelerden elde edilen bilgiler, yerel yönetimlerle paylaşılacak ve sürdürülebilirliğin daha geniş bir alana yayılması sağlanacak.
6. Geleceğin mimarları için sürdürülebilirlik konusunda hangi temel prensipleri önerirsiniz?
Geleceğin mimarları için sürdürülebilirlik bir özellik değil, bir zihniyet olmalıdır. Bu zihniyet, hem inşa sürecini hem de ortaya çıkan yapıyı şekillendirmelidir.
Mimarlar, bir yapının yaşam döngüsünü en baştan düşünmelidir: düşük enerjiye sahip malzeme seçimi, atıkların azaltılması, inşaat sırasında çevreye verilen zararın en aza indirilmesi gibi. Yenilenebilir enerji sistemlerinin entegrasyonu, su tasarrufu stratejileri ve pasif tasarım yöntemleri de bu sürecin temel parçalarıdır.
Bir bina tamamlandığında sadece çevresine değil, aynı zamanda kullanıcılarının sosyal ve kültürel ihtiyaçlarına da yanıt verebilmelidir. Gerçekten sürdürülebilir bir yapı, yalnızca verimli değil, aynı zamanda uyumlu, kapsayıcı ve zaman içinde dirençli olmalıdır. Bu anlayış, BM'nin Hedef 3, 6, 7, 11 ve 13 numaralı sürdürülebilirlik hedefleriyle örtüşmektedir.
Kısacası, sürdürülebilir tasarım; insanı, gezegeni ve amacı her kararın merkezine koyan uzun vadeli etik bir sorumluluktur.